Sıdıka teyzelerin evi çocukken bayramlarda neşeyle ziyaret ettiğimiz yerlerden biriydi. Bayramların ilk günü dedeme oradan da anneanneme, Beşiktaş Akaretlere gidilirdi. İkinci gün teyzelerle, halaların günüydü. Baba tarafında halalar ve teyzeler boldu. Hemen hemen hepsi Fatih ve Karagümrük çevresinde olduğundan birinden çıkılır birine gidilir; çay, tatlı ve şekerleme ile şeker komasına girilir, mendiller toplanırdı. O zamanlar bayramlarda büyüklerin mendil hediye etmesi adettendi.
Sıdıka Teyze, kızı Hatice Teyzeyle, ki herkes ona Hatçe derdi, Edirnekapı Camiinin yakınında muhtemelen yukardaki eski resimde bulunan evlerin olduğu bir yerlerde oturuyordu. Bizim için o yüksek divanlı teyzeydi. Hatırladığım bir köşede oturan, kısık sesle konuşan, sık sık sessizce gülen, güler yüzlü, ufak tefek bir ihtiyardı İkinci kata çıktığımızda yola bakan pencerenin önüne teyze sokağı seyredebilsin diye yüksekçe bir divan(/sedir?) konmuştu. Babamın dediğine göre ev önce bir katlı yapılmış, sonra teras kapatılmıştı. Fakat pencereler yukarıda kalınca Sıdıka teyze pencereden yolu seyredebilsin diye taht misali yüksekçe bir divan pencerenin kenarına kondurulmuştu. Çocuk boyumuzla tırmanarak çıktığımzı bir divandı bu, ve bizim için hep eğlenceli bir şey olmuştu. Her bayram bir mendilimiz garantiydi. İki katlı evin kapısına ucunda bir mandal olan düzenek koymuşlardı, gelen mandalı çekip kapıyı açabilsin diye.
Sıdıka teyzenin, enişteyle beraber gençken, Mescid-i Aksa’nın restorasyonu için Kudüs’e gittiklerini anlatır babam. Eniştenin ne ustası olduğunu hatırlamıyor, ama oğlu Nihat abi vitray ustasıymış. Muhtemelen Mescid-i Aksa’nın vitraylarında eniştenin emeği var. Yıllar sonra onları tanıyan bir vitray ustasına, üniversite için Bahçelierevlere taşındığımızda komşu olmuştuk- en üst katta oturuyorlardı. Bunları yazmak için babamın sorduğumda dedemin babasının da çok eskiden Fatih Camii’nin restorasyonunda çalıştığını söyledi. Bir ustalığı yoktu herhalde, getir götür işlerine bakıyordu herhalde, yani amele idi.
Hatçe teyze çocuk felci geçirmiş. İnatçı bir şekilde hayata tutunmuş. Çocukken yürüyüşüyle arkasından alay edenleri gülerek anlatırdı. O çocukları kızıştıranla yıllar sonra karşılaşmasını ve onun başını öne eğişini. Galiba çocukların ele başı olan bu şahıs yürüyemiyormuş.
Ara sıra bize yatıya gelirdi, biraz terziliği vardı. Etek vs dikerdi. Oğulları Barbaros ve Yavuz abiyi anlatmayı severdi. Yoklukta tek başına büyütmüştü. İki üniversite bitirmeleri dalga geçerdi ama içinden koltukları kabarırdı sanırım. Kübra Teyzeyle yaptıkları bir yolculuğu da her seferinde anlatırdı. Minübüsten inerlerken muavin yardım etmek istemiş, Kübra teyze sofu olduğundan elini vermemiş. Halbuki ihtiyarız, oğlumuz yaşında çocuk der gülerdi. Hatçe teyze elini verip muavini teselli etmiş.
Lise sonda uzun bir hastalık fırtınasından sonra bir gece yataktan düşüp ayağımı kırmıştım. Uzun süre ayağımı kırdığımı anlayamadık, kasıklarda bir iç kanama olduğunu zannettik. O halimle üniversite sınavının birinci sınavına girdim. Yarım saat erken çıktığımı hatırlıyorum. Doğal olarak okula gidemiyordum, üçüncü kez hastalık yüzünden devamsızlıktan kalmama ramak kalmıştı. Annem ortalığı ayağa kaldırdı. Yengem valiye gitmiş. Okula telefon açıldı, ortalık karıştı. Fakat kuralları aşmak mümkün değildi. Bu arada birinci sınavı kazanmıştım. Evde yatıyordum ve benim dışımda dünya benim için ayağa kalkmıştı.İyice bunalan okul yönetimi mevzunun çözümü için Ankara’dan MEB dan devamsızlık için af çıkması gerektiğini söyledi ve durumu anlatan bir dilekçe yazarak topu attı. İyi de Ankara’da bu dilekçeyi kim takip edecekti? Hatçe teyze “Ben Enis için giderim”, dedi. Ankara’da akrabaları varmış, kalktı gitti. Ve sınavlara iki hafta kala telefon etti, Enis çalışsının olacak demiş. Beni aldı bir telaş, çalışmayı tamamen bırakmıştım, kursu bırakalı epeyi olmuştu. Elimdeki notlarla birlkte çalışmaya başladım ve ikinci sınava da girdim. Sınava bir kaç gün önce Yavuz abi geldi, ve tercihlerime baktı – İşletme, iktisat ağırlıklı kısa bir tercih listesiydi- “Maliye falan yaz”, dedi. Ben de MÜ Maliye ekledim ve son dakika önerisiyle yazdığım yeri kazandım. Hatçe teyzenin gayretleri netice verdi, devamsızlıktan kalmaktan kurtuldum. O sene benle beraber devamsızlıktan kalacak üç kişi varmış. Bana af gelince onların reddedilmeleri söz konusu iken onlarda geçmişler.
İnsanın kendi dışında bir kaderi olduğuna inandığım bir sene oldu o sene. Ayaklarımı yataktan aşağı dahi indiremediğim bir haldeyken aşağı yukarı hiç bir şey yapmadan liseyi bitirdim, üniversiteyi kazandım. İlk sınavda yarım saat kala çıkmıştım, ikincisinde tekerlekli sandalye ile ilk kattı uçtu uçtu yaptılar Vatan caddesindeki Adilye yüksek memur okulunda. Birinci kattan beşinci kata neyse ki asansörle çıktık. Eve nasıl döndüm, beş kat nasıl çıktım tamamen gitmiş vaziyette. Babam kucaklayıp çıkarmış olabilir.
Hatçe teyze çocuklarını evlendirdikten bir müddet sonra huzur evine taşındı. Aslında gitmek istediği Etiler’deki huzur eviydi. Ama doğrudan gidemeyince önce Hatay’daki bir huzur evine gitti, bir sonra sonrada Etiler’e yatay geçiş yaptı. Bir kaç bayram ziyaret ettik. Son gittiğimizde bizi tanımadı, alzheimeri ilerlemişti. Hatçe teyze kaderimi değiştirmiş (/yön vermiş/rol oynamış? ) bir insandı. Hiç kimseye yetişemediğimiz gibi ona da yetişemedik. Allah rahmet eylesin.