Hatıralar, Hayal meyal, Kısa notlar

..

Yorucu bir gündü. Her şey ucu ucuna yetişti. İşlerin iki günde bitmesine ben de, Dursun da şaşırdı. İşin büyük bir kısmı bitmiş olsa da  “Bu ay da peşin vergiyi idrak ettik” dememize daha 2-3 gün var.

Harbiye bu yaz gününde, serinliğiyle rahat çalışılabilecek yerlerden biri. Yine de muhasebede keyifle bir şeyler yapabilmek için zaman baskısının olmaması lâzım. Kulağa tuhaf gelse de muhasebeyi keyifle yapan insanları tanıdım. Bir şekilde keyifle çalışmanın yolunu bulmuş bu insanlar, meslekte de benim ustalarımdır bir yerde.

Rahmetli Ahmet abi bunlardan biriydi. Stajını büroda yapmış biri için temel öncelik işin zamanında yetişmesidir. Ne olursa olsun iş zamanında yetişmelidir. İster şerit çek, isterse excel’de topla, ama işi vaktinde yetiştir. Ahmet abinin önceliği sunumdu, sunum şık olmalıydı. Kutsal bir emanet gibi çekmecesinde sakladığı kesik uçlu kalemiyle koca gün sadece dört tane kdv yazdığını görünce dumur olmuştum. Artık kimsenin kullanmadığı,adını dahi bilmediği fiş koçanlarına inci gibi yazısıyla, majüskül müsveddeler yapardı.  Sene sonunda hesapların bir örneğinin bende de kalması için hazırladığı bir dosyayı hâlâ hatıra olarak saklarım. Onun ikinci aşkı fotokopi makinasıydı. Her evraktan birkaç fotokopi alır, onları farklı mantıklarla açılmış dosyalara takardı. Bilgisayara bir şey girerken kafam bir şey takılsa “Ahmet abi bu rakam  nedir?”, diye sorsam yerinden ok gibi fırlar, hemen masanın üstüne birkaç dosya açar, rakamın ne olduğunu anlatırdı. Münir abi bununla ilgili bir hatırayı gülerek anlatırdı. Ahmet abi bir gün ehliyetini kaybetmiş. Yenisini çıkarmak için trafiğe gitmişti. Memurlar işi biraz da yokuşa sürmek için, “Ooo, bu iş zor” demişler, “Sonra ama bir fotokopisi olsa kolaydı”, yı eklemişler. Ahmet abi ehliyetin fotokopisini elindeki dosyadan çıkarıp uzatmış. Bu hikayeyi anlatıktan sonra Münir abi “Ne bilsinler, kâtiplerin şahı gelmiş” derdi gülerek.

Kağıdın delinmesi ayrı bir seramoniydi; kağıt önce ikiye katlanır, katlama izinin olduğu yer delgecin işaretiyle eşleştirilir, daha sonra itinayla delinirdi. Kağıtların zımbalanmasında bile kendine göre bir usul tutturmuştu. Kağıdı sol üst köşeden açı oluşturacak şekilde delerdi.

Gençliğinde boks çalışmış Ahmet abi yüksek tansiyon hastasıydı. Buna rağmen yemeği daha tatmadan eli tuza gider yemeğe epeyi bir miktar tuzu boca ederdi. Doktorlar onun 22 tansiyonla dolaşması karşısında şaşkına dönermiş. Mükemelleyitçi yapısı sanırım tansiyonunu da tetikliyordu. Bu yüzden son yılları sıkıntılı geçti.

Münir abi Arnavuttu. Konuşkan, neşeli ve şakacı biriydi . Üst katlardan birinde tek başına çalıştığından çay saatinde aşağıya iner, bilhassa Ahmet abiyi kızdırmak için bir şeyler icat ederdi. Binaya girip çıkarken Ahmet abinin kapıya taktığı zile asılır, onu yerinden hoplatırdı. Sonunda bu muzip Arnavutla başa çıkamayan Ahmet abi zili bozmak zorunda kalmıştı. Çok eski arkadaş olduklarından birbirlerinin gençlikleriyle ilgili anıları anlatırlardı. Dostluklarının sınanmış olmasının teklifsizliği vardı aralarında.

Münir abinin masası benimki gibi karışıktı, ama o aradığını hemen bulabilirdi. Ahmet abinin aksine daha sade klasörler kullanırdı. Onun ayırıcı özelliği tuttuğu notlardı. Yukarıyla ne konuşulsa küçük notlar alır, ilgili evraklara kulakçık yapardı. Bazen faturaların arkasına küçük notlar alırdı. Tüm akışa, rakamlara hakimdi. Doğum günlerinde ya da toplantılarda söz döner dolaşır konuşma yapma işi ona kalırdı, o da her seferinde söyleyecek güzel bir şeyler bulurdu.

Şimdi o günlere dönüp bakıyorum da bir işten keyif almak sanırım o işi yapış tarzıyla alakalı. Her ikisi de kendi tarzlarını oluşturmuş, sonra da bu tarza sıkı sıkıya bağlı kalmışlardı. Denenmiş bir tarzın güvenliği içinde program yapabiliyor, keyif alabiliyorlardı. Benim gibi herkesten sonra yemeğe oturup herkesten önce kalkan birinin anlayacağı bir şey değildi bu iş.

Standart
Günden çıkanlar, Kısa notlar

..

İki aydır kısa yürüyüşler yapıyorum, ara sıra. Aslında bana göre uzun olan yürüyüşler. Günlük hedefim 4000 adım, ama daha buna henüz iki defa ulaşabildim. Dün parka kadar yürüdüm ve önümden defalarca geçen iki bebek arabası sayesinde parkta küçük bir parkur keşfettim. Bu sanırım yeni bir moda. Arkalarından bir anne daha bebek arabasıyla beş altı tur attı. Rahatsız etmemek için parkuru tersten dolaştım, 550 adım saydım. Ölçme ve değerleme de yaptım yani. Küçük parkurun inişli çıkışlı olması ayrı bir avantaj.

Haftaya kayıt yenileme var. 8. ve son kez, inşallah. Bir dönemi böylece bitireceğiz. Henüz niye felsefe okuduğumun cevabı hâlâ kafamda net olmadan, keşke daha erken okusaydım diyeceğim bir iş olarak.

Standart
Hasar tespiti, Hatıralar, Hayal meyal, Kısa notlar, Şifa niyetine

…..

Hâlâ sıkılmadan dinleyebildiğim bir Doors kaldı galiba. Halbuki bana ne kadar da yapmacık gelirdi bir zamanlar, şimdi ise başka şey dinleyemiyorum.

Büroyu açtığımız yer, her tarafı meslektaşlarla çevrili bir handı. Belkide hanın en kötü yerlerinden biriydi. Penceresi yoktu, üstümüz terastı, yazları yanardı. Vantilatörün hediye edilmesi için bir kaç yaz geçecekti. Her ne kadar serinletse de aptallaştırırdı.

Üst katımızda S. abinin bürosu vardı. Bir abi nasihatı mıydı, mesleki rekabetten mi kaynaklanıyordu bilmiyorum; bu mesleğin yapılmayacağını, vakti varken bırakmamı söyler dururdu ikide bir. O zamanlar bunu her söylediğinde canım sıkılırdı, es kaza hastalansam kimsenin beni uzun süre işte tutmayacağından korktuğumu, onun için bağımsız çalıştığımı söyleyemez, sadece susar dinlerdim. Zaman onu da, beni de haklı çıkardı. Meslek pek bir şey kazandırmadı ve ben uzun süren hastalıklardan büroyu koruyarak çıktım, benim bunda çok bir katkım olmasa da.

Son günlerde hastalığın en derinlerinde kendi kendime sorduğum o garip soru gibi, kendimi mesleki başarımı (?) sorgularken buluyorum. Tesellisi kimsenin üstüne basmadan mesleği yapmış olmam; en azından bilerek, isteyerek yapmamışımdır.

Bugün facede gayesiz dolaşırken ve bir yandan da bunun bir teselliden başka bir şey olmadığını düşünürken birden karşıma bu resim çıktı :

48140_502244623220192_530776871_n

Bakıp geçemedim, belki de hâlâ bizden ümidini kesmeyen kalmıştır diye, en azından temkinle – bir yerde, bir kenarda dursun dedim.

Standart
Günden çıkanlar, Kısa notlar

Mantıksız adam

Bir ihtimal sembolik mantıktan çakıcam:) Çok zor ders dediklerinde ne kadar olabilir ki biraz fazla çalışıp yaparım demiştim. Muhtemelen bu birazın ölçüsünü tutturamadım:) Bir sembolik mantık kitabı bulmam lazım. Neyse önce sonuçlar açıklansın da.

İyi haber uygarlık tarihi ile matematikten geçeceğim galiba. Mahşerin üç atlından ikisinin hakkından geldim yani. Felsefenin kapısına bayağı kudretli bekçiler koymuşlar onu anladım:)

Önümüzdeki üç dört ay ticaret kanununa ayrılacak, işler falan epeyi ihmal ettim. Yeni hesap planına da bakmam lâzım. Eğer birileri yayınlar, birileri kitabının çıkarırsa tabi ben de hani bana, hani bana diyeceğim.

 

 

Standart
Kısa notlar

Bahar

Arap baharında iyimser bir hava var. Mevcut yöneticiler giderse her şey düzelecekmiş gibi bir hava estiriliyor. Buna samimiyetle inanlar, inanmak istiyenler var. Demokrasi gelecek her şey düzelecek beklentisi bir temenni gibi duruyor daha çok; yeni çıkar çatışmalarını, bilek güreşlerini hesaba katmayan. Gazetelerde, tv larda eski yöneticileri diktatör ilan edenler insan şaşırmasan edemiyor. Demek ki, arap baharının, bizim yorumcular üzerinde, böyle bir zihin açıcı etkisisi var. Daha evvel göremedikleri diktatörleri Arap baharı sayesinde bir çırpıda görüp, farkediverdiler.

Standart
Kısa notlar

Hastahane çayı

 Genelde saplı bardaklarda ya da su bardaklarında elden ele dolaştırılıp servis yapılan; hemşire odalarında, küçük labortuvarlarda ya da hastahane çay ocağında yapılan, o bulanık çayın tadı gibisi yoktur. Hastahane çayı ya gece uykudan önce yapılır, ya da sabah doktorlar konsültasyona çıkmadan önce dağıtılır. En huzurlu saatlerdir bu saatler. Yapılabilecek her şeyin yapıldığının inancıyla, gönül rahatlığıyla içilir. Hastalığa müdahale edildiği için iyileşme ümidinin canladığı saatlerdir. Gece ağrısı tutacak olanların bile ağrısı bu saatlerde dinmiştir ya da henüz başlamamıştır. İşte bu saatlerde çay bir ödüldür hastalara, refaketçilere, çalışanlara, doktorlara. 

Bugün, Surp Agop hastahanesinde, çalışanların elinde bu hastane çayını görünce imrenmedik desek yalan olur. Eski günlere, çocukluğumuza gittik. Nazik ve işlerine şevkle sarılmış, güler yüzlü personel ve doktor hanım sayesinde işimizi çabucak bitirip çıktık; kendilerine teşekkür ederiz. Ama, aklımız çayda kaldı, onu da söyleyelim:))

Standart
Kısa notlar

Yaz kararları

Yeni bir okul mu? Yoksa denetim ya da yeminlilik sınavı mı? Üç sene evvel yeminlilik sınavlarına katılma kararı almıştım. Her seye sıfırdan başlamak kararı zor alınmıştı. Muhasebeciliğe de sıfırdan başlamış, çok zorlanmıştım. Yeminli mali müşavirlik kararı bu tecrübeden dolayı, çok zor olmuştu. Kafamda bir çok şeyi planlayıp, çalısmaya başladım.  Bir kitap listesi oluşturdum, birkaçını alıp okumaya başladım. Sonra beklenmedik bir şey oldu, büronun yükü benim üstüme kaldı ve çalişma yarım kaldı. Denetim meselesi ise yeni bir konu. Bu sınava girmek mesleki bir mecburiyet olarak karşıma çıkabilir.
İkinci üniversite ise pel düşündüğüm bir konu değildi.  Bugün bir programda İstanbul Üni. nin de açık öğretime başladığını rektörü açıkladı. Beşbin kişilik bir felsefe kontejanı  oluşturmuşlar. Yaz sonuna kadar bir düşenelim bakalım. Sınav sorularına, harçlara bakmak lâzım. En azından düzenli bir meşgale olur.

Standart
Kısa notlar

İtiraflar 1

Çocukluğumda uzun hastalık dönemlerinde kitaplar hep birer can simidi gibi olmuştu. Ortaokul sonlarında, tv daki “Kiralık Konak” dizisinden olacak, Yakup Kadri’nin “Kiralık Konak”ı ile “Yaban”ını okumuştum. İletişim yayınlarındandı galiba, sayfa altlarına eski kelimelerin yeni karşılıklarını eklemişlerdi de bu sayede rahat okumuştum. Bu iki kitabın aklımı ve dilimi karıştırdığını hatırlıyorum. Günlük konuşmada bir şey anlatırken bu eski kelimeler hep dilimin ucuna gelir,  ben de ukala görünmemek için hemen karşılığını arardım. Bu kafa karışıklığı, dil dolanması o zamanlar bir sıkıntı idi. Üstüne beyin kanaması geçirince ki konuşma bölümünde olduğundan 10-15 gün  konuşamıştım;  dil, uslup, akıl iyice karıştı birbirine. Toparlaması vakit aldı. Yaş kırkları bulunca dilin ucuna gelen eski kelimeleri kullanmak da eskisi gibi sorun olmadı. Hatta eğlenceli bile olmaya başladı. Geçenlerde Nahit Bey’e “muvaffakiyetler” dilerken ekrana bakan hınzırca bir gülüş yakaladım yüzümde :)) Gene de hâlâ dilimde düzeletemediğim  steril, madeni bir tat var.  Hayatı anlayamamadan kaynaklanan bir cevap verememe şaşkılığı da var bu ifade probleminde.  Sanırım bu yavaş çalışan bir zekanın neticesi, konunun etrafında inatçı bir şekilde kalışla kurtarmaya, açığı kapatmaya çalıştığım bir kafa karışıklığı.

Standart
Kısa notlar, Müsvedde

Tanpınar’ın Yahya Kemal’i

Tanpınar’ın gözünden Yahya Kemal; beklediğimden, karafamdaki Yahya Kemal’den epeyi farklı. Geçmişe meraklı, çoşkulu, vezinler, kafiyeler içinde bir Yahya Kemal bekliyordum. Gene böyle bir Yahya Kemal var ama… Bunlara ek olarak kendi döneminin yazarlarına, düşünürlerine fikri olarak yön verebilecek bir derinliği olan; zaman zaman kendine denk gösterilen Ahmet Haşim’i bile etkisi altına alabilen, bir çok genç yeteneği (Tanpınar, Yakup Kadri, Nurullah Ataç….) çevresinde toplayıp onlara destek olan, batıya karşı aşağılık kompleksi beslemeyen ve hatta bir çok yazarı, şairi, düşünürü takip edip onlardan “kendine lâzım olanı” alabilen biri. Bir devrin düşünce ve fikir hayatına yön vermiş insanlardan biri, işin içinde mütahitlik olmayan bir mühendislik olsa da. Tanpınar’ın Yahya Kemal’inden sonra rotamızı Oğuz Atay’daki eksikleri kapatmaya çevirecektik  ve ardından Cemil Meriç’e  geçmeyi planlıyorduk ama Yahya Kemal’de ve belki Ahmet Haşim’de, özellikle düzyazılarında, bir müddet oyalanabiliriz. Bu zamanın hâlâ güncel olan meselesine o zamanlar, şimdikinden daha derinlikli bir şekilde, kafa yormuşlar.

Biraz tembellik edip arşivlik alıntıları, elimizin altında bulunsun diye, foto olarak ekliyorum. 

Bunlara ilerde sohbet yöntemlerini anlatan bölümleride bir şekilde eklemek lâzım.

Standart