Büyük yürüyüş, Günden çıkanlar, Hasar tespiti, Şifa niyetine

..

Bir, bir buçuk aydır yürüyorum. Günde yaklaşık 2.5 km.  yürüyorum. Tamamını bir keresinde değil tabii,  tüm günde. Yürüyüşün büyük kısmı akşam parkta geçiyor. Arada oturup dinleniyorum. Oturuyorum da kalkamıyorum. Kroke olmuş boksörler gibi bankta öylece kalıyorum. Dakikalar geçiyor, banklar boşalıyor; kalkıyor, parkta bir tur daha atıp eve dönüyorum.

Yalnız başına oturmuyorum neyse ki, ara sıra uğrayan bir arkadaşım var. Aramızda mesafeli bir arkadaşlık var. O keyfi isterse geliyor, ben canım isterse çağrıyorum. Genelde biraz sohbet edip öylesine oturuyoruz.

a1

a2

a3

 

Evet kedi sevmede biraz acemiyim, neyseki o da müşkülpesent bir kedi değil. Görmüş geçirmiş, sevmiş sevilmiş belli.

Dönüş yolu yorucu oluyor. Çoğu zaman ayaklar hiç kuvvetlenmiyecek gibi geliyor.  Çok uzaklarda bir yerlerde savaşta esir düşmüş de evine yaya dönenler gibiyim. Bir evim hala var mı? Dönünce ne bulacağım bilmiyorum. Şimdilik sadece yürüyorum Kartaltepe’de; parkta, ara sokaklarda, caddelerde

 

 

Standart
Anı, Günden çıkanlar, geçip giden günlerden, Hatıralar

Nerde kalmıştık ? Eve dönüş…

 

Dört buçuk senelik macera sanırım dün bitti 🙂 İki hafta sonra sonuçlar açıklanır herhalde. Sınavdan sonra soruların peşine düşmek adetim değil. Aöf’nin kapısından girip diplomanın fotokopisini ve harç makbuzunu teslim etmem dün gibi. Son dönemin keyifle geçmesini ümit ediyordum, bir sürü ilgisiz küçük sıkıntı  yüzünden beklediğim gibi olmadı. Bu yüzden son ana kadar dersleri bitiremeyeceğimi düşünüyordum. Garip bir şekilde bitti, sanırım inatla çalışmamdan dolayı oldu- biraz da şansa.

Bir dünya kutucuk işaretledim, ama şimdi aklımda bir şey yok 🙂 Çok mu gerekliydi bilmiyorum. Yine de iyi bir projeydi.

24.01.2016

11455 1144777

 

Standart
Günden çıkanlar, Kısa notlar

..

İki aydır kısa yürüyüşler yapıyorum, ara sıra. Aslında bana göre uzun olan yürüyüşler. Günlük hedefim 4000 adım, ama daha buna henüz iki defa ulaşabildim. Dün parka kadar yürüdüm ve önümden defalarca geçen iki bebek arabası sayesinde parkta küçük bir parkur keşfettim. Bu sanırım yeni bir moda. Arkalarından bir anne daha bebek arabasıyla beş altı tur attı. Rahatsız etmemek için parkuru tersten dolaştım, 550 adım saydım. Ölçme ve değerleme de yaptım yani. Küçük parkurun inişli çıkışlı olması ayrı bir avantaj.

Haftaya kayıt yenileme var. 8. ve son kez, inşallah. Bir dönemi böylece bitireceğiz. Henüz niye felsefe okuduğumun cevabı hâlâ kafamda net olmadan, keşke daha erken okusaydım diyeceğim bir iş olarak.

Standart
Günden çıkanlar

..

Her kafadan bir ses çıkıyor, insanın kafası karışıyor. Kimi hemofili-b nin gen terapisi için an meselesi diyor kimi en fazla iki sene diyor. Bu kargaşanın sebebi sanırım olası kötü sonuçlar için ümit vermemek. Alttan bir takvim işliyor ama pek açık edilmiyor. Bir uzman “Bu sene sonunda üç kişi yurt dışına yollanacak”, diyor. Zannediyorsunuz hemofili b ler gidecek. Sonra bir grupta uzmanlarla konuşan bir hasta gidenlerin a olduğunu söylüyor. Peki b lerin durumu? An meselesi mi hakikaten, umutlu ve kendinden emin konuşan hastanın dediği gibi? Yoksa iki sene mi?

Doğrusu hayal kırıklığına uğramamak için geçen sene ortaya çıkan bu haberleri unutmaya çalışıyorduk, ama dedikodu kazanı bu, gene kaynamaya başladı. Biri şu ketumluğu bırakıp ne olup bittiğini anlatsa.

Standart
Günden çıkanlar

..

Merdivende yavaşça kenara çekildim, yukardan gelen ayak sesleri beni fark ettiğinde arkamda bir yerlerde yavaşladı. Ufak bir çocuktu. Merdivende benim boşaltığım yerden geçip geçmeme konusunda tereddütlüydü. Onu cesaretlendirmek için “ Delikanlılar hızlı iner, sen geç” gibisinden gururunu okşayıcı ve cesaretlendirici bir iki laf ettim. “Bekleyebileceğini, acelesi olmadığını”, söyledi, ısrar ettim yanımdan geçti. Sessizce koşarak ineceğini, belki son iki basamağı atlayacağını, koşarak sokak kapısından çıkıp kaybolacağını zannettim. Babamı geçtikten sonra kapıya yapıştı, zaten zor açılan ağır kapıya omuzuyla yüklenip bizim için açıp geçmemizi bekledi. Babam “sağol” diyip kapıyı tutup onu yollamaya çalıştığında ısrar sırası ondaydı. Bizim için açık tuttuğu kapıyı bırakmaya niyeti yoktu. Önce babam, sonra ben geçtim. Çocuklarla nasıl iletişim kurulduğu hakkında pek fikrim olamadığından, “sağol delikanlı” deyip başını okşadım. Yanından geçerken dikkatlice baktım, ilkokula gidecek yaşlardaydı belli bir özelliği yoktu. Günün centilmeni oydu ve ünvanını kimseye kaptırmaya niyetli değildi.


Akşam eve dönerken annemi uzaktan fark ettik, eli kolu dolu bir halde birileriyle ayaküstü sohbet ediyordu. Torbaların çıkarılması için bizi kapıda bekliyordu. Kapıdan içeri girerken nerden çıktığını anlamayadığım şekilde sabahki çocuğu kapıyı açarken buldum. Gene küçük omuzuyla sert kapıya yaslanmış, kapıyı açık tutmaya çalışıyordu. Annemin paketlerine yapıştı. Bizim cılız itirazlarımıza rağmen annem gayet rahat bir şekilde torbalarını verdi. Biz arkasından hızlıca çıkmaya başladık “ikinci kata” diye seslenerek. Annemse arkamızdan “ekmek alınacak” diye seslendi. Torbaları kapıya bırakan çocuk bu sefer de ekmek almaya talip oldu. Annem “para verin, alsın” diye arkamızdan gülerek seslenirken bu sefer biz itiraz ettik. Teşekkür ettik ve sabahki gibi beceriksizce başını okşayıp nedenini bilmeden biraz mahçup eve girdik.

Standart
Günden çıkanlar, Tarihte bugün

Birinci perde…

Ve notlar açıklandı, birinci perde bitti. Bahar döneminden geçtim:) İşin komik tarafı en kötü notumun bilgisayardan olması. Kötü olmasının aslında şaşılacak bir tarafı yok, ikinci dönem telaştan nerdeyse kapağını açmadım. Mantıktan sınırdayım 49,60 ile geçtim. Ortalamamın yüksek olması kurtardı bir yerde. En iyi dersim Kültür Tarihi, 91- ortalamayı yükseltip diğer dersleri de sırtladı. Korktuğum Uygarlık Tarihi 65, Matematik 55. Diğer dersler ise 70 lerde.

Birinci sınıf benim için baraj niteliğindeydi. Hem bu yaşta yapabilir miyim merakından; hem de matematik, tarih gibi derslerle baş edip edemeyeceğim açısından. Şimdilik en azından bu cephede işler yolunda 🙂

Standart
Günden çıkanlar, Kısa notlar

Mantıksız adam

Bir ihtimal sembolik mantıktan çakıcam:) Çok zor ders dediklerinde ne kadar olabilir ki biraz fazla çalışıp yaparım demiştim. Muhtemelen bu birazın ölçüsünü tutturamadım:) Bir sembolik mantık kitabı bulmam lazım. Neyse önce sonuçlar açıklansın da.

İyi haber uygarlık tarihi ile matematikten geçeceğim galiba. Mahşerin üç atlından ikisinin hakkından geldim yani. Felsefenin kapısına bayağı kudretli bekçiler koymuşlar onu anladım:)

Önümüzdeki üç dört ay ticaret kanununa ayrılacak, işler falan epeyi ihmal ettim. Yeni hesap planına da bakmam lâzım. Eğer birileri yayınlar, birileri kitabının çıkarırsa tabi ben de hani bana, hani bana diyeceğim.

 

 

Standart
Günden çıkanlar

Sonbahar Düğünü

(Bilgisayar çok ağırlaştı; yazıyı akşama, evde düzeltecem)

Düğün sahipleri senelerce komşuluk yaptığınız biri olunca gitmemek olmuyor.

Büyükçekmece’deki düğüne gitmek pek kolay olmadı. Bütün yaz süren metrobüs çalışması trafiği altüst etmiş. Buna ek olarak, Büyükçekmece çok gelişmiş, büyümüş; düğün salonunu(?) bulmak da ayrı bir sorun oldu; ne çiçekçi bilir ne de pastane. Sahildeki bir taksi durağı, neyse ki,  imdadımıza yetişti de tarif etti.

 Ağaçların altında düğün için hazırlanmış masaları görünce, “eyvah bu gece kıkırdıyacağız”, diye düşünmedim değil. Hava serindi ve hafiften bir rüzgâr vardı. Son yıllarda artan bir kır düğünü sevdası var, nedenini niçini çözemediğim. Düğün sahipleri de bu modaya uymuş. Aslında Temmuz, Ağustos için güzel bir yer.  Rüzgar almayacak en kuytu yere oturttum bizimkileri. Ceket giymiştik ama bizi ne kadar korurdu belli değildi. Annem her zamanki gibi tedbirli davranmış süveter, hırka nevînden bir şeyler almıştı. Neyse ki, hava ilerleyen saatlerde sertleşmedi yumuşadı, rüzgâr kesildi.

Damat Türkmenistanlı imiş. Evvelki sene de bizim kuzenlerden biri, Iraklı bir gençle evlendi. Yabancı damatlar çoğalıyor, bu gidişle Türk gençleri evde kalabilir:))

Gelinle damat bahçeye girerken “Dünyaya bir daha gelsem, arar bulurum” çaldı. Özel iste kmiydi, yoksa artık bu mu moda bilemedim, ama bana garip geldi. Orkestra iki kişiden ibaret idi. Korg’u (org) çalanla, solist hanım. Kızcağızın sesi güzeldi, fakat bu korg felaketti. Anormal/arabesk yaylı taklidi garip sesler, durduk yerde coşan, solistle kavga eden melodiler. Şöyle bir şeydi :

http://vimeo.com/29234038]

Bu korglara bir standart getirilmeli. Bu bet sesli aleti çalan müzisyenin sesi ise çaldığı alete inat güzel mi güzeldi. Türküleri bozması bile rahatsız edici değildi ” 1.5 milyon dolar yedim bir ayda”  bir sonraki nakaratta “15 milyon dolar yedim” oluveriyordu.

Masada uyuyan küçük cocuklar, masaların arasında koşturanlar, birbirin zorla oynamaya kaldıranlar, zorla kalkıp da kalkınca kayışı koparanlar, gülen yüzler, düğün pastası, dijital makinalarla, cep telefonuyla devamlı fotoğraf çekenlerle neşeli bir düğün oldu.

Bu düğünün bende düşündürdüğü iki şey oldu: biri,  bu kadar dijital fotoğraf nasıl saklanacak? Hangi albüme konacak da gün gelince, can sıkılınca ya da bir misafire, aileye yeni katılana sunulacak da geçmiş günler yad edilecek.

Diğeri de, eski düğünlerdeki müzik zevki hangi arada değişti sorusu. Düğün salonu , düğün salonu gezen sanatçılar vardı, eskiden. Kimi Türk Sanat Müziği, kimi hafif müzik kimi de Türkü söyledi. Düğünler illa komparsitayla açılırdı. Eskiden daha çok dans müziği çalınırdı, şimdilerde nerdeyse onun yerini komple oyun havası almış. Çocukluğumuzda çalan hafif müzik ise tamamen kaybolmuş.

Standart
Günden çıkanlar

Süperman

Cuma akşamı CNBC de Süperman vardı, onu seyrettim. Süperman’ı, Sinema74’de seyretmiştim. Grease’i, Cazcı Kardeşler’i, Jaws’ı, Belmando’nun Hayvan’ını da orada seyretmiştim. Çok filim seyrettik Sinema74 de ilk aklıma gelenler bunlar. Jaws çok kalabalıktı, anca ilk sırada yer bulmuştuk da seyredebilmiştik. En önden Jaws daha bi korkunçtu. Asteriks’i ve bir çok James Bond’u da orda seyrettik.

Biz çocukken Bakırköyde bir sürü sinema vardı. Sahilde Ermeni Klisesi’nin yanında Türk Filmlerinin oynadığı bir sinema vardı. Bu küçük sinemada Fatma Grikli- Yedi Kocalı Hürmüzü seyrettiğimizi hatırlıyorum. Cüneyt Arkın’ın Komiser olduğu bir filmi seyretmiştik bir de. Şimdi orası yıkıldı, çay bahçesi oldu. İstanbul Caddesinde Bakırköy Sineması vardı Conan’ı, Alpacinoyu seyretmiğimiz bir başka sinema vardı. Daha ikinci sınıf filimler gelirdi, iki film birden oynadığı dönemlerde olduysada sonra toparlandı. Epeyi oldu yıkıldığı ve otopark olarak işletildi senelerce. Otoparka yeni bir otel yapıldı bir kaç sene evvel. İncirli’de ise iki sinema vardı, caddenin üzerindeki İncirli Sineması ve hemen arkasında Renk sineması. İncirli’de Yıldız Savaşları’nın ilkini seyrettiğimizi hatırlıyorum, büyük sinemalardan biriydi ve aşağı in in bitmezdi. Çok filim seyrettik burda da. Daha sonra 90 ların başında Adile Naşit Kültür Merkezi oldu. Bir iki sene evvel Flash Tv taşındı. Geçen sene rumelili bir genç sanatçı, Ekrem,  Rumeli Türkülerinin söylendiği bir program yaptı pazar günleri de annemlerle, İpekli kapı komşumuz ve kardeşleri bütün kış pazarları seyretmeye gittiler.

Bahçelievlerde de iki sinema vardı. Okul için 1986 da oraya taşındığımızda bir kaç kez gittik. Hatta nerdeyse bütün sınıf bir arada, köşedekine Arabesk’i seyretmeye gitmiştik. Bize yakın olanı iki filim birden oynatanlardandı. İkiside yıkıldı bildiğim.

Süpermen’e dönersek, biraz hayalkırıklığı oldu. O zamanlar için süper filmdi, uçuyordu falan. Hollywood’un en teknik filmiydi sanki o günler için. Gerçi, TV nun ilk çıktığında, Tv.da seyretmiş olduğumuz ve 1920 lerde çekilmiş Bağdat Hırsızı’nda da neler vardı, orda da uçan halılar vs vardı. King Kong filmleri mesela. Yani Hollywood için adam uçurmak yeni bir şey değildi. Filminin ölümcül sahnesi, bence, Süperman’ın Sen Anderas fayının içine deprem sırasında girip, fayın kırıldığı esnada, bir büyük kaya ile fayın kırılmasını önünü tıkayarak depremi durdurması idi ve “yok artık” dedirtti. Lois’i oynayan artis sanırım rolü torpille kapmış. Bir de,  Lois’in ölümünde dünyanın etrafında yörüngeye girerek hızla geri dönerek zamanı geri alıp, kadere müdahale eden Süperman, aynı yöntemi babası için kullanmayı akıl edemedi. Bütün garipliklerine rağmen, Süperman hâlâ kendini baştan sona seyrettiren bir filim. Tüm bu hatırlattıkları da cabası:)

Standart
Günden çıkanlar

Teletabimler

Aslında Teletabim seyretmeyen başlamamızın hikayesi şöyle: Bir gün annem hasta yatarken eski bir komşu ziyarete gelmiş. O sırada tv da açıkmış ve teletabim varmış. Kadıncağız, “A sen çocuk saati mi seyrediyorsun” diye şaşırınca, annem o zaman tv da ne oynadığına dikkat etmiş. Artık hoşuna gittiğinden mi yoksa  kadıncağızı haklı çıkarmak için mi bilinmez o zamandan beri tv zaplanırken, önce teletabimler daha sonra da gece bahçesini gözucuyla da olsa seyretmek adet olur. Adet deyince her akşam değil arada sırada denk gelince 🙂

 

Standart