Anı, Öykü

..

Yazın facebook’a ailevi bir mesele yüzünden şöyle bir yorum yapmıştım : “Yaşlı gördüğünde asgari nezaket cümleleri günaydın, merhaba, nasılsınız, iyi akşamlar, “Allah rahatlık versin”i söylememek için başını öne eğip geçenlerin ağzına çekinmeden kürekle vurunuz efendim, net.” Evvelsi gün bir mevzu yüzünden bu satırları ve onu yazmama sebebiyet veren olayı tekrar hatırladım.

Haftada bir gün muhasebe için babamla beraber gittiğimiz bir iş yeri var. Sekiz katlı bu iş yerine önünde bir güvenlik kulübesinin bulunduğu küçük bir otoparktan girilir. Ayrıca binanın girişindeki bankoda da bazen iki, bazen de bir güvenlik bulunur. Güvenlikler meşhur bir güvenlik şirketinin zaman zaman değişen mütevazi elemanlarıdır. .

Zannediyorum geçen sene, orta yaşın biraz üstünde, saçları hafiften kırlaşmaya başlamış, renkli numaralı gözlük takan bir güvenlik elemanı çalışmaya başladı. Girerken çıkarken selamlaşmayı seven bir arkadaştı. Ben zaten her girişte hemen herkesle selamlaştığım için selamımın içten bir şekilde alınmasına memnun oldum. Bir evvelkisi selamlaşma konusunda cimri bir güvenlikti, baktığı ekrandan başını kaldırmaya üşenirdi. Binaya günaydın diyerek, ayak üstü hal hatır sorularak girmek güne başlamak için iyi bir şeydi neticede.

Geçen bahar işlerin yoğun olduğu bir hafta bu iş yerine birden fazla gitmem gerekti. Sabah binaya girerken her zamanki gibi selamlaştık, “Geçenlerde gelmiştiniz bir daha gelmezsiniz bu hafta diye düşündük” gibisinden bir şeyler söyledi.”Ben de “Yok bu hafta yoğun, ondan geldik” gibisinden bir şeyler söyledim “Doğru ben ne diye soruyorsam ” gibisinden kırgın bir sesle cevap verince uyandım. Hangi ses tonuyla, ne söylediğimi o an hatırlayamadım. “Neyse dedim kendi kendime, kırdıysak gönlünü alırız”. diye. Konunun nasıl olup da birden kontrolden çıktığına, olanı biteni hatırlamayaşıma şaşırdım. Sonradan sanırım daha dikkatli davrandım her kaşılaşmamızda ve olan unutuldu, ne olduysa, eskiye dönüldü. İnsan farkında olmadan ortalığı nasıl da dağıtabiliyor.**

Bu hafta işyerine gittiğimizde ona rastlamadık. Öğleye doğru bizim kata çıktı. Bizim odanın yanından geçerken bizi gördü. Allaha ısmarladık demeye gelmiş, elimi uzattım boş bulundum çocuk gibi el öptü, helallik istedi. Belki benden büyüktü ya da ben yaşlarda. Ne yapacağımı şaşırdım, bu arda yaş mevzusu hep karşıma çıkmaya başlamıştı, bozulmalı mıydım bilemedim, adamcağızın gidişine üzülürken. Bir kaç kez helallik istedi, ayak üstü, bir şey yüzünden kırdıysa diye. Bizde istedik. Gittikçe garipleşen bir bu vedalaşmada. Başka bir yerde çalışacakmış, yeri değişmiş öyle dedi.

Öğleye yemeğine doğru T. hanım uğradı. Memleket meselelerinden, şirketten, havadan sudan konuştuk, tam giderken “Duydunuz mu?” diye sordu. “Kapıdaki güvenliği selam veriyor diye biri şikayet etmiş, adamcağızı işten çıkarmışlar” dedi. “İlla suratsız mı olmalı insan, bir evvelki gibi, değil efendim. ” dedi üzüntüyle. Donduk kaldık. Hakikkaten hangi odunun işiydi, ya da nasıl bir zekaydı/egoydu her neyse işte, birini sırf selam veriyor/hal hatır soruyor diye şikayet etmek. Acaba kimin şikayet ettiğini biliyor muydu, bilmiyordu da herkesten şüphelenmiş biz de bu arada zan altında kalmışmıydık. Ama hakikaten odunluk bir işti.

Yaz başında yazdığım yorumu yenilemenin vakti geldi sanırım ” Yaşlı gördüğünde asgari nezaket cümleleri günaydın, merhaba, nasılsınız, iyi akşamlar, “Allah rahatlık versin”i söylememek için başını öne eğip geçenlerin; sırf selam veriyor, hal hatır soruyor diye insanlardan şikayet edenlerin ağzına çekinmeden kürekle vurunuz efendim, net.”

Standart