Film

Mükemmel Günler

“Mükemmel Günler”i seyredebilmem bir haftayı aldı .10 dk., 15 dk. bölük börçük bir seyir oldu. Seyredeli bir hafta oldu. Ama film aklımdan bir türlü çıkmadı. Sanki filmin söylemek istediği bir şey vardı ve ben onu henüz anlamamıştım. Galiba dün filmin bana söylemek istediği şeyi fark ettim, yoksa film hakkında bir şey yazma niyetim yoktu. Aklıma gelen fikri hem işlemek, hem de onu etraflıca görebilmek için yazıyorum. Yazarken bir şeyi daha net düşünebiliyorum.

Yazıyı iki bölüme ayırmaya karar verdim. Filmi henüz seyretmemiş olup filmin konusu hakkında bir şey duymak istemeyenler 1. bölümün sonuna kadar okuyabilir. 2 . bölümde mecburen filmin konusuna gireceğim. 2. bölüm onlar için değil. Filimden sonra göz atmak isterlerse yazı burada.

1

Film Wim Wenders’ın. Şans eseri filmi izlemeden önce yönetmenin 1985 yılında çektiği “Tokyo-Ga” filmini izledim. Wim Wenders bu belgeselde hayranı olduğu Japon yönetmen Yasujiro Ozu’nun izini Tokyo’da sürüyor. Yönetmenin ölümünden 20 yıl sonra onun film çektiği yerleri geziyor, kameramanıyla sohbet ediyor, filmlerinde ne anlatmak istediği üzerine fikirler yürütüyor. Wenders biraz da hayal kırıklığına uğrayarak “Tokyo’nun gerçekliğini karaktersiz, kaba, tehditkâr ve hatta insanlık dışı bir görseller silsilesi olarak gördükçe Yasujiro Ozu’nun flimlerinden tanıdığım mitolojik Tokyo’nun sevgi dolu ve düzenli dünyasına ait görüntüler de zihnimde o denli yüceldi ve keskinleşti” diyor. Bulduğu Tokyo anlamsız bir çok rutinlerin içinde yaşayan dünyanın geri kalanına ve özellikle Amerika’ya özenen bir dünya. Mükemmel günler filmi belki de parkta çektiği Rock’n Roll yapan gençlerden birinin inzivaya çekilmiş geç yetişkinliği. Wanders’a göre Ozu, sinemaya başladığı siyah beyaz filmlerden renklilere (1928-1962) kadar “sevgi dolu, düzenli Tokyo’sunun dejenere oluşunun” izini sürmüş. Wanders, işte bu filimde biraz da iyimser bir bakışla, Ozunun dünyasına dönerek, bu kargaşadan elini eteğini çekmiş bir Tokyo tuvelet temizliyecisinin hayatından kesitler anlatır bize. Uzman değilim ama filimde de belgeselde yaptığı gibi Ozu’ya benzer çekim teknikleri kullanmış. Neredeyse yerden çekim, alışılandan küçük film kullanmak benim dikkatimi çeken şeyler. Vakti olanlar için güzel bir belgesel.

2

Filimi izlerken uzun süre bu film ne anlatıyor diye kendime sordum. Birbirinden bağımsız hikayeler, her gün tekrarlanan rutinler, yaptığı işi tutkuyla yapan mutlu bir Japon. Cevap bir işi tutkuyla yapma erdemi mi? Sanatın iyileştiriciliği, yüceliği? Doğayı izlemenin insanı mutlu etmesi? Hiç birinin filmin bütününe yayılan bir anlamı yoktu. Filmin akışı içinde ilk rahatsız edici/dikkat çekici şey Hirayama’nın arabasında 70 lerin Amerikan şarkılarını dinlemesi oldu. Bir klasik Japon evinde yerde yatan, otomattan alışveriş yapan biri işe giderken 70 leri dinlemeyi tercih ediyor. Bir diğer anlamsız iş ağaç fotoğrafları koleksiyonu. Sadece kendisi için yapılmış bir koleksiyon; niçini, nedeni olmayan bir koleksiyon. Bir başka rutini akşamları yatmadan önce Faulkner’un bir şiir kitabından bir kaç sayfa okuması. Herhalde yönetmen bile bu kadar batı hayranlığı çok deyip Faulkner’den sonra bir Japon yazarın kitabını 1 dolarlık ince kitaplar arasından aldırıyor Hirayama’ya. O zaman anlıyoruz ki entellikle de bir derdimiz yok, ucuz yollu iyi bir şeyler okumak sadece gece rutinimiz. Tıpkı arabada dinlenen beat müzikleri gibi. Beni irkilten sahnelerin zirvesi kimonolu Japon bar sahibesinin The Animals’ın House Of The Rising Sun‘ını söyediği sahne oldu.

Filmlerde anlam arama derdim yok, her seyrettiğim filmi de bu ne anlatıyor diye izlemem. Fakat Wim Wenders bu filimde devamlı bu tarz sahnelerle beni bir anlam arayışına itti. Film hakkında youtube da yorumların çokluğundan anlıyorum ki benim gibi bir çok kişiyi bu şekilde etkilemiş. Şimdilik yazıyı etkilememesi için hiç birini izlemedim.

**

Burada popüler kültürün dayattığı anda kal, hayatın keyfini çıkardan daha derin bir mesele var.

Sonuçta elimizde bir tek, sebep ne olursa olsun, inzivada yarattığı rutinler evreni içinde mutlu bir Japon var. Bence filmin olağanüstülüğü burada saklı bir rutinler evreni içinde mutluğu yakalamak nasıl mümkün olabilir. Bence bu ancak beklentisizlik ile mümkün olabilir. Yoksa bu rutin bir yenilmişliğe, ızdıraba dönüşür. Peki böyle bir beklentisizliğe, amaçsızlığa insan nasıl erişebilir, ya da asıl soru bu mümkün mü? Hele bir çok insan için beklentisizlik tükenmişlik gibi bir şeyken. Sonuçta hep daha iyi bir şeyler için çabalıyoruz, daha iyi bir hayat, daha çok zenginlik. Ya da bir şeyler büyütüyoruz, çocuk yetiştiriyoruz, işimizi geliştirmeye çalışıyoruz, daha çok müşteri arzu ediyoruz. İş için, çocuklar için ümit edip beklentiye giriyoruz. Ya da yaza yapılacak bir tatilin şartlarını sağlamaya çalışıyoruz. Rutin içinde mutlu olabilmenin yolu beklentisizlik ki bu da hakikaten mitolojik bir şey. Çünkü kafamızda beklentisizlik kaybedişle, tükenmişlikle birlikte kodlanmış.

Şairin bezginlikle mırıldandığı şu dizeler aklıma geldi, ruhu nasıl da daralmış :

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?

Rutinin tekrarı karşısında bunalacağını düşünen bizlerin atladığı şey rutinin sağladığı güvenli ortam. Yarın, sonraki gün o ağaç hep orada, gökyüzü her sabah tepemizde. Sabahları ilk iş gökyüzüne bakıp gülümsüyorsak onu hep orada bulacağımıza eminiz. Rutinimiz sabah işe giderken 70 lerin müziğini dinlemekse bu hep ulaşılır bir şey, akşamları yatmadan evvel bir kaç sayfa okuyabilmek gibi mümkün. Fakat bir şey daha var, keyif bizim için tükenen bir şey. İlk dilim pastadan alınan hazla son dilimden alınanın farkı gibi. O zaman cevap keyif değilse ne? Belki de cevap sadece dünyayı tüm sürprizlerine rağmen orada buluvermenin verdiği güvenin keyfidir/huzurudur. Beklentinin ümidi nin yerini dünyayı hep orada ve istediğimiz, bildik şekilde bulmanın verdiği güvenin keyfi/huzuru.

Bu yüzden Wim Wenders’ın filimde yarattığı evren, tüm mümkünlerin ötesinde, aynı ustası Yasujiro Ozu’nun yarattığı evrenler gibi mitolojik.

Filmin sonunda izleyen hemen herkesi gülümseyen bir yüzün beklediğini de ekleyeyim.

Standart